Kuran’a göre nefsani arzular niçin kötüdür?” Kuran’da nefsani arzuların niteliği, önemi ve nefsimize yani benliğimize (self) etkileri şu ayette beyan buyurulmuştur:” Her nefis imtihan için hayra ve kötülüğe müptela kılınır” (Enbiya35). Bu ayet, arzu ile ilgili diğer ayetlerdeki anlatımlarla ele alındığında, hangi nefsani arzuların niçin kötü olduğunu bizlere açıklar. Ayrıca, ileride yazacağım nefsin imtihanı konusunda da bizlere ışık tutmaktadır. Özetle, bu kısacık ayet pek çok manalar içererek bizlere yol göstermektedir. Ayetin açılımına geçiyoruz…
Ayette beyan buyurulan ” müptela kılınmak” deyimi ile, eğer duygularımızı kastediyorsak, o takdirde deyim ” düşkünlük” ile bağlantılı bir anlam taşır. Örneğin,”falanca çay müptelası” dediğimizde, onun çaya düşkün olduğunu vurgularız. Yok eğer, “müptela kılınmak” deyimi ile nefsani arzularımızı kastediyorsak, o takdırde deyim bizi “eğilim” anlamına götürür. Türk Dil Kurumuna göre (TDK) “eğilim: bir şeyi sevmeye, istemeye ya da yapmaya meyilli olma yani istekli olma, gönüllü olma, temayül” anlamlarına gelir. İsteklilik kavramı, bir şeye duyulan eğilim, dilek, arzu olarak tanımlanmıştır. Arzu ise, bilindiği gibi, “istek, dilek” anlamlarına gelir (TDK). Örneğin, “Ayşe, Salı günü yalnızca X dizisini izler. X dizisi müptelası” dediğimizde, Ayşe başka dizileri değil; X dizisini izlemeyi ve seyretmeyi istiyor, seviyor, arzuluyor” demek isteriz. Buraya kadar TDK’nın görüşlerine katılıyoruz. Bundan sonrasında ise TDK’nun tanımlamalarını bir tarafa bırakıp Kuran’a dönüyoruz. Kuran’da muhtelif ayetlerde kötülükle ilişkili olarak dile getirilen ve terbiye edilmesi emredilen nefsani arzularımız nelerdir?
Kötü olan bazı nefsani arzularımız: A- Kişi ile ilişkili olabilir: Bir kişinin kendince belirli bir ihtiyacını ve/veya beklentisini karşılayacağını düşündüğü eş, dost, sevgili, akraba, arkadaş vb. gibi. yaşantısında yer alan kişi ya da kişilere yönelmesi, onlara gönül vermesidir. Örneğin, “falan kişi çok zengin, güçlü ama evli; onu nasıl elde edebilirim?; ya da “şu zengin arkadaşımla ilişkilerimi daha da geliştirmeliyim. Açmayı düşündüğüm iş yeri için, ileride işime yarayabilir” gibi beklenti ya da menfaata dayalı arzularımız, kötü olan arzularımıza bir örnektir. Kuran’da, Züleyha’nın Hz. Yusuf’la birlikte olmak için kurduğu tuzak bir başka örnektir (Yusuf 23-24).https://kurandakihayat.com
B-Nesne ile ilişkili olabilir: Para, mal, mülk vb. gibi. Kişi, para kazanmak için tasvip edilmeyen yollara sapabilir. Para için herşeyi göze alabilir. Örneğin. hırsızlık yapmak, başkalarının malını gasp etmek kendisine kötü gelmez. Öte yandan, mal-mülk sahibi olduğu halde, cimrilik edip malının zekatını vermeyenler de kınanmıştır. Kuran ‘da, Salebe b. Hatıp el- Ensari mal sevgisi yüzünden zekatını uzun zaman geciktirmiştir. Salebe’nin mal sevgisi ve cimriliği yüzünden (Tevbe 75-77) vermek istediği zekatı peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından kabul edilmemiştir. Günümüzde zekatı, devlete vergi vermemek olarak düşünebiliriz.
C-Bir olgu ya da durum ile ilişkili olabilir: Kişi “güç”, “mevki” veya “ün” sahibi olmak ister. Bu uğurda herkesi amacına ulaşmak için kullanır. Evli-bekar ve güçlü erkekleri ya da kadınları elde etmek için çabalayanlar hemen her toplumda görülmektedir. Kuran-ı Kerim’de de her peygamberin kavminin ileri gelenleri, sahip oldukları güç ve mevkilerini kaybetmemek için, Allah cc. emirlerini tebliğ eden peygamberlere ve kavimlerine zulmetmişlerdir. Onları ya yurtlarından çıkarmışlar, ya da öldürmüşlerdir. Firavun bu alanda örnek gösterilebilir. (Bk. Bakara suresi vb).
Yukarıdaki üç şıkda da vurgulanan şey, eğilimlere yönelik arzuların eğitilmesi, terbiye edilmesi gerektiğidir. Çünkü, iyi-kötü; doğru-yanlış vb. gibi değerler kişinin özgür iradesine, seçimlerine ve tercihlerine bağlı olarak bir arada bulunurlar. Tehlikesi de budur. Çünkü, iyilik ve kötülükler tıpkı bir düşünürün işaret ettiği gibi “Denizin dibindeki kumlar ve inciler” gibi kalbimizde bir arada bulunurlar. Bu bağlamda, Peygamberimizin şu hadisi çok önemlidir: “Allah sözü amel ile; ameli de ancak niyet ile kabul eder. Amellerin sevabı insanın kalbindeki niyete göredir. Müminin ihlaslı bir niyeti; ihlaslı olmadan yaptığı amelinden daha hayırlıdır. Çünkü, amele riya ve gösteriş karışmış olabilir. Ama niyet, riya ve gösterişten uzaktır. Niyeti olmayan kimseye ecir yoktur.” Kuran’da bu şöyle beyan buyurulmuştur: “…Sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir. ALLAH, GÖĞÜSLERDE SAKLI TUTULAN BÜTÜN GİZLİLİKLERİ BİLİR” (Teğabün 4). Niyette asla riya olmaz: Kötülük yapmayı düşünüyorsan, gönlündeki niyet bu ise; gerçek hislerin, duyguların, arzun budur. Niyetlerimizde gösteriş de yoktur: Çünkü, duygularımız ne hissettiğimizi bize anında bildirirler. Ama, insanlar niyetlerini gizlerler. Kötülük düşündükleri halde, iyiliğimizi isteyen bir melek gibi görünebilirler. Onların davranışları “riya ve gösteriş” den ibarettir. Biliyoruz ki, nefsani arzuların büyük bir kısmı insanları yoldan çıkarır. Peki, bir şeyi arzulamak, istemek bu kadar kötü bir şey midir? Elbette hayır! O halde, hangi nefsani arzular niçin kötüdür?
1-Vicdana dayalı olmayan arzular kötüdür: Şüphesiz ki, kişinin haz veya mutluluk, hoşnutluk duyması için, o şeyi arzulaması gereklidir. Bu son derece insani ve doğaldır. Fakat, kötü olan, çirkin olan şudur: Ne zamanki arzularımız vicdanımızdan veya vicdani aklımızdan bağımsız hareket eder, işte o zaman kötü alışkanlıklar, kusurlar, kötü huylar birer takıntılı tutkuya ve ihtirasa dönüşür. Artık, arzular kendi doğalarına ve doğallıklarına karşı olurlar, yani iyiye, bilgeliğe, fazilete, doğruluğa, ılımlılığa, ölçülülüğe karşıt olurlar. Örneğin, “sevinç duyma, sevinme” arzumuzu ele alalım: Sevdiğin bir dostunun çok iyi bir işe girdiğini öğrendiğinde seviniyorsan ne güzel…Zaten olması gereken budur. Ama, sevdiğin ya da sevmediğin, kıskandığın, kızgınlık duyduğun vb. bir kişinin işini kaybetmesinden ötürü sevinç duyuyorsan, arzuların doğru yoldan sapmış demektir. Ya da gayri-meşru yollarla para kazanmayı normal karşılıyorsan, arzuların yine rotayı şaşırmış demektir. Örneğin, başkasının malını hileyle, tehditle veya şantajla ele geçirmek normal mi? Hayır! Peki, bu gibi duygulara dayalı nefsani arzularımızı yönlendiren nedir? Seçim ve tercihlerimiz. Seçim, tercih ve kararlarımızı kendi özgür irademizle bizzat kendimiz belirleriz. İşte bu nedenle, tüm nefsani kötülüklerden, nefsimizi terbiye ederek, eğiterek kurtulmamız mümkündür.
2-Nefsi kötülüğe sürükleyen tüm arzular kötüdür: Nefsani kötülüklerin temelinde kötü emele, kötü niyete dayalı arzu veya dilek yer alır. Kötü amaçlı nefsani arzular niyetleri etkiler, şayet doğru yola girmesi için eğitilmezlerse, insanı uçuruma götürür. Nefsi terbiye’ye bu yüzden “Cihad-ı Ekber=Büyük Savaş” denmiştir. Hased, kibir, kıskançlık, adalet ve haktan yüz çevirme, yalan yere yemin, cimrilik, aldatmak, işlediği günahta bile bile ısrar etme, şeytanın adımlarını takip etme, insanlardan korkup Allah’tan korkmamak vb. gibi nefsani kötülüklerle mücadele etmemiz ve bu savaştan galip çıkmamız, nefsimizi terbiye etmemize bağlıdır.
3-Nefsani arzular “Doğal arzuların” karşıtıdırlar: Doğal arzu (terim bana aittir), evren içinde en küçük zerreden, en büyüğüne kadar her ne varsa, örneğin güneş, ay, dünya, insan, hayvan, bitki, deniz, dağ vb. gibi hepsinin hakkını tanımaktır. Çünkü varlıkların hepsi Hakk’ındır. Bunu kabullendiğin zaman, artık sevdiğini Hakk için seversin; ihtiyacın, çıkarın veya beklentin olduğu için değil. Hakkın doğasında iyi ve doğru vardır. Bu yüzden, “yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü” anlayışı doğru değildir. Çünkü, o yaratılan kişi Allah ve peygamberlerine iman etmemişse, böyle bir kişiyi sevmek; Allah’ın cc. doğru yolunu terketmektir. Şayet, Hakk’a yönelirsek, işte o zaman gerçek sevginin ilim ve adaletten pay almış bir özellik olduğunu kavrarız. Gerçek sevgi daima ilim, adalet ve uzlaşmayla mayalanmıştır ve şöyle de beyan buyurulmuştur: “O müminlerin kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi; yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın da yine onların kalplerini uzlaştıramazdın…” (Enfal 63). Gerçek sevgi hakkında yakında yazacağım yazıyı okumanızı öneririm.https://kurandakihayat.com/duygularımız
4-Nefsani arzuların temelinde “hırs” bulunur. Hırs, tıpkı kibir gibi çok yıkıcı bir günahtır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim’de nefsimizin hırsından korunmamız emredilmiştir ( Haşr 9). Hırs, mal mülk sevgisine yol açtığı için kaçınılması gerekir: “Malı da yağma tutkusuyla öyle bir seviyorsunuz ki!…” ( Fecr 20). Bu mal sevgisinden ötürü kişi ya malının zekatını vermeyi erteler; yahut da zekatı vermez. Oysa ki, zekat o maldaki kiri temizler. Hırs, ayrıca şükürsüzlüğe yol açtığı için, imanı da yıkar. Çünkü, peygamberimizin de (sav) buyurduğu gibi “İman 2 daldır. Onların biri şükür, diğeri sabırdır”. Kuran’da “mal, mülk” bir imtihan aracı, bir fitne olarak nitelendirilmiştir: ” Mallarınız ve evlatlarınız sadece bir fitnedir (imtihandır). Büyük mükafat Allah yanındadır..” (Teğabun 15).Mal ve evlat çokluğu nice insanı kibire götürerek helak etmiştir. (Tekasür 1). Nefsini hırsından korumanın çaresi şükretmektir. https://twitter.com
5-Nefsani arzular fazilet ve bilgeliğe, ölçülü ve ılımlı olmaya karşıttırlar. Konunun en can alıcı noktası budur. Nefsinin hırsından korunmayan kişi, nefsinin heva ve hevesini ilah edinir. Veyahut hiç yanından ayrılmayan şeytanın tuzağına düşer; Dünya ve ahiret sevabını kaybeder. Bunun nedeni, kişinin arzularının objelerinden yani nesnelerinden zevk almaya başlamasıdır.O objeler mal, mülk, yat, kat, çiftlik, uçak,vb.gibi metalardır. Onları sever. Onlara duyduğu sevgi kendisine Allah’ı unutturur. En yüce sevginin sakınma, sığınma ve yönelmeye dayalı Allah sevgisi olduğunu hatırına getirmez. İbadetleri ve zikri bırakır. Niçin nefsani arzuların objeleriyle dünya ve ahiret sevabı kaybedilmektedir? Zira, mal-mülk sevgisi aç gözlülük, tamah, hırs, israf, emanete ihanet vb.gibi eğilimlere meyillidir.. Örneğin, evinin banyosundaki bataryalar çeliktir; ama kişi bataryasının altın olmasını ister. Bu israftır. İsraf edenler şeytanın kardeşidirler (İsra 26-27). Ya da adam 19 milyon dolarlık evde oturuyordur, ama onun gözü yüz milyon dolarlık evdedir. Böyle bir eve sahip olmak için, uykusunu, eşini, çocuklarını ihmal eder. Bu tamah etmek, aç gözlülüktür ki, en büyük zenginliğin kanaat olduğu hakikatine ters düşer. Uykusuz kalarak, sağlığını tehlikeye atmaktır ki, beden insana emanet olarak verilmiştir. Kişi emanete ihanet etmiş olur.https://whatsapp.com
Mal, mülk, iş, ticaret, evlat vb. gibi şeyler birer imtihan vesilesidir: ” Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Her kim öyle yaparsa, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münafikun 9). İş-güç sahibi olmayalım mı? Allah’a zengin olmak için dua etmeyelim mi? Zengin olmak istemenizin, işinizi çok büyütmek istemeniz, kısaca çok zengin olmak istemenizin hiç bir kötü yanı yoktur. Kötü olan, bunların varlıklarının kişiye Allah’ı zikretmeyi unutturmasıdır. Yoksa Rabbimizin fazlından istemek günah değildir. Hz. Süleyman’nın duası bunun en büyük delilidir: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki benden sonra kimseye verilmesin! Şüphesiz Sen çok lutfedensin!” dedi. (Sad 35). Süleyman peygambere bahşedilen mülk içinde, kuşlardan bir ordu, rüzgarların sevk ve idaresi de vardı. Özetle, nefsani arzular iyiye, ölçülülüğe, hakka, ılımlılığa, bilgeliğe vb. karşıdırlar. onların zıddıdırlar. Nefsini terbiye etmeyen kişiyi uçuruma sürüklerler.
Gelecek yazıda görüşmek üzere!
Very beautifully explained with many details
Thank you for the article a very nice read