Hafıza ve öğrenmenin nefse etkisine geçmeden önce “hafıza” nedir, onu tanımlayalım. Hafıza bizde bir duygu uyandıran ve uyandırdığı o duygu ile bizi harekete geçiren ya da geçirici güçlü bir etkidir. Örneğin, bazen bir çiçek, bazen bir melodi, bazen bir fotoğraf, bazen de bir sohbet bizi geçmişe götürür. Ağlar, güler, üzülür ya da kederleniriz. Bir duyguyu harekete geçiren, yani bir duygunun uyarıcısı duyumlardaki farklılıktır. Farklılığı belirleyen ise “Akıl”, ” Değer” ve “Vicdan”dır. Bunlar birbirinden ayrı mütalaa edilemez. Bu farklılıklar beyne kaydedilir. Bir adım sonrası hatırlama ve düşünceye bağlı olarak aklın tepki süreci yani muhakeme devreye girer.
Hafızaya, Kuran’ı Kerim’in ilk suresi Alak’da dikkat çekilmiştir: “İnsana bilmediği şeyleri O öğretti. (Alak 5).Bu ayette birbiriyle örtüşen 3 kavram iç içe verilmiştir. Bunlar: 1- Bilmek; 2-Bilgi; 3- Öğrenmektir.
1-Bilmek: Her türlü zihinsel aktiviteyi kapsar. Bilmek, araştırma, analiz, düşünce, algılama, hatırlama, tanıma, öğrenme, kavramlaştırma, akıl yürütme, problemleri çözme, hüküm verme, karar vb. g,b, melekeleri içerir. Bilmek bir fiildir.Allah tarafından yaratılmıştır. 2-Bilgi: Ayetteki ” şeyler” kelimesi, bilmek eylemine konu olan herhangi bir şey hakkındaki malumattır; o şey hakkındaki içeriktir. Bu ” şeyler” duygu, başka insan, nesne, varlık, kelime, değer, akıl, vicdan, vb. olabilir. “Bilmek” bir şeyi ” anlamaktır”. Bir şeyi anlamak ise, o şeyi “öğrenme” ile sıkıca bağlantılıdır. O halde, bilgi öğrenmeye; öğrenme de bilmeye etki eder. Örneğin, dikiş dikmeyi öğrenir ve ” dikiş dikmeyi biliyorum” dersiniz. Yani, bilgi, öğrenme ve bilmek üçlüsünü farkında olmadan sıralamış olursunuz. 3- Öğrenmek: Bilmek gibi öğrenmek de hafızaya dayalıdır. Hafıza da beynin gelişim sürecine. Örneğin, bebek doğduğunda hiçbir şey bilmez. Annesi ve çevresiyle iletişimi beden dili aracılığıyla olur; yani sözsüz iletişimle. Büyüdükçe ve dili kullanmaya başlamasıyla çocuğumuz öğrettiklerimizi anlamaya başlar. Öğrenmek “anlamak” demektir. Çünkü, bir şeyin ne olduğunu anlamadan o şeyi anlamak mümkün değildir. Anlama kabiliyeti de bizlere Allah tarafından bahşedilmiştir: “Rahman olan Allah, …insana derdini anlatmayı ve anlamayı öğretti” (Rahman1-4).
Bilgi, öğrenme, bilme, anlama vb. gibi melekeleri kullanma merkezimiz beyindir. Beynimiz bir takım yeteneklerle donatılmıştır. Örneğin, a- Gözlem, duygu, duyum ve hisleri düşünce ile kombine etme yeteneği; b-Görme, hareket ve uyarıya cevap verme yeteneği; c-işitme ve konuşan kişinin ses tonundaki mesajı anlama yeteneği; d- gerçeği görüp ona uygun davranma gibi yetenekler ile hafıza gibi evrensel bir nitelikle yaratılmıştır.
Hafıza, geçmişteki düşünce veya duyguları anlama, olanları hatırlama ve akla getirme özelliğine sahiptir. beynimizayrıca, bir kişinin ismini, yüzünü, sesini, şeklini, ya da bir şeyin hakikatini hafızasında depo eder. İlaveten, beynimiz bir olgunun, bir olayın, bir nesnenin, vir varlığın vb. hakikatini de hatırlar.İşte, bu dönanıma sahip olarak yaratılan insan, bilgi ve bilmeyi eyleme dönüştürür. Şu halde, bilmek eyleminin faili bizi; yani eylemi yapan biziz. Demek ki: 1-İman ya da inkar doğuştan değildir; 2-İnsan kendi çabasıyla neler iyi-neler kötü; hangi davranışlar-düşünceler doğru; hangileri kötüdür diye bunları öğrenir, sezer ve bilir. 3-Allah’ın öğrettiği hiçbir şey zanna, kanaate ya da eğilime dayanmaz. Örneğin, “doğru, iyi, hak” çağdan çağa, toplumdan topluma değişmez. Değişen şey, bu değerlere dayalı olarak bizim yaptığımız çıkarımlardır. Onlar görelidir, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilir; bunları birbirine karıştırmamak gerekir. Bu yüzden: “İyilik ve kötülük aynı değildir” (Fussilet) diye buyurulmuştur.Bizler bu değerleri temele koyarsak bir kişinin ya da bir davranışın iyi veya kötü olduğu hakkında isabetli bir karar verebiliriz. Örneğin, hırsızlık kötüdür gibi. Kısaca bilgi, bilmek ve öğrenme hafızaya, hafıza da ilme dayalı bir hakikattir. Bunu biraz açıklayalım:
Bakara suresi 31-33. ayetlerine değinmeden konuya hakim olmamız güçtür. Çünkü, Hz. Adem yaratılan ilk insandır; o zaman ilk “öğrenme” de O’nunla başlamış olmalıdır. Bakıyoruz: Bakara 31.ayet,hafızanın “anlama”, olanları “hatırlama” ve “akla getirme” özelliğine ışık tutar. Ve aynı anda bizi “hafızanın 3 farklı süreci” ile de tanıştırır. Örneğin, 31.ci ayet hafızanın birinci sürecine işaret eder: Hz. Adem(as) Allah’ın öğrettiği isimleri anlamış ve zihninde zapt etmiştir. Demek ki ne bildiğin, ne öğrendiğine bağlıdır. Bakara 32. ayet, öğrenilen şeylerin bir düşünce veya bir deneyim olarak hafızada tutulduğuna işaret etmektedir. Hepsi bu kadar değil! Bu 2 ayeti birlikte ele aldığımız zaman, hafızanın yalnızca tarihlerle, görüntülerle, yüzlerle değil; aynı zamanda kelimelerle yani lisan ile olan bağlantısına da işaret ettiğini görmekteyiz. Adem (as), Allah’ın kendisine öğrettiği tüm isimleri- kelimeleri kendi çabasıyla belleğinde muhafaza etmiştir. Bakara 33.cü ayet ise hafızanın üçüncü sürecine vurgu yapar: istendiğinde ya da ihtiyaç duyulduğunda bir düşünce/deneyim olarak saklanan, muhafaza edilen bilgiyi tekrar geri çağırma hatırlama gerçekliğidir. Bakara 31-33 ayetleri bir bütün olarak ele aldığımızda ise, “bilmek” eyleminin algılamakla başlayıp; düşünce ile devam edip ve hatırlama ile sona erdiğini görmekteyiz. Algı, düşünce, hatırlama bir zincie halkası gibi birbirlerine bağlıdır. Demek ki, Alfabeyi bilmemiz, Kadeş savaşının sebeplerini bilmemiz, cebir’i bilmemiz bu “zincir bilme” ile alakalıdır. İmdi, zincir bilme ile alakalı olan düşüncelerimiz “ne” sorusuna odaklıdır. Bu da şu demektir: “ne” sorusu ile alakalı olan bir düşüncede, bir şeyin “ne olduğu” önemlidir. Örneğin, bir evin penceresinde ya da çatısında alev görürsen”yangın var” dersin. Alevin ne olduğu önemlidir. Nelerden farklı olduğu değil. o yüzden, “bir şey ne ise odur” gerçeğine sımsıkı sarılmak gerekir. Kısaca, “evet, Dünya fanidir, kainat fanidir ama onlar asla bir hayal, bir maya, bir serap değildir.
Peki zincir bilme, bizi daha ileri düzeydeki bilgi, bilme ve bilime nasıl taşıyacaktır? “Referans Bilme”ile. Ayetlerde bu bilgi çeşidi “akletmez misiniz, ibret almaz mısınız, tefekkür etmez misiniz” diye beyan edilmiştir. Bir örnekle somutlaştıralım: Örneğin, sadaka vermek iyi bir ameldir, bir iyiliktir; bu bilgi “zincir bilmeye” dayalıdır. Öte yandan,sadaka vermemizdeki sevap ve iyiliğin ne olduğu hakkında, veya niçin farz kılındığı vb. üzerinde düşünmek “referans bilmeye” bir örnektir. Referans bilme, “nasıl ve niçin sorusu ile ilişkilidir. (referans ve zincir bilme terimleri bana aittir.)http://twitter
Zincir bilmeye dayalı düşünce sürecinde, beynimiz dış olguları birer kelime olarak ,maja ve sembollere çevirir. Sembol ve imajlara çevrilen bu süreç hatırlama ile sona erer. Bakara 31-33.cü ayetler şu gerçeğe işaret ederler: Öğrenmek, eğitim ve aktif çabaya bağlıdır. Bu, her tür öğrenmenin ilk kuralıdır. Örneğin, araba kullanmayı, resim yapmayı öğrenmek gibi. Biz, her öğrendiğimizi dikkat ve özel bir çabayla aklımızda tutarız.İnsana hafıza doğuştan verilmiş ama kodlanmamıştır (Nahl 78). Bu kodlamayı herkes kendisi yapar. Örneğin, sizin dostunuz benim düşmanım olabilir.İnsan, dost ya da düşmanını göstereceği dikkat ve aktif bir çaba ile anlar, bilir. Aktif çaba, şeytandan sakınması için ilk önce Hz. Adem’e tembih edilmiştir: ” And olsunki, bundan önce Adem’e tavsiyelerde bulunduk da unuttu, ve biz O’nda bir gayret görmedik…”(Taha 115). Aynı uyarı daha sonra tüm insanlara yapılmıştır (Araf 27). Aktif çabanın, gayretin şart koşulmasının hikmetine gelince:
Öğrenme düşünceyi harekete geçirir. Ancak, lisan yani dil olmadan (kelime, sözcük, işaret gibi) düşüncenin olması imkansızdır. Çünkü, dil, kelimelerden oluşan bir iletişim kabiliyetidir. Düşünce için konuşma gücü ve yazılı dil çok önemli iki güçtür. Kuran’daki ilk surenin “ALAK” olması bir tesadüf değildir. Alak suresi “oku ve yaz” emriyle başlar.(Alak 1-7) Burada ilme vurgu yapılır. Zira ilim tahsil etmek, yaratıcılığa da yardım eder. (Ankebut 40). alimler, Allah’ın yaratıklarına ibretle bakıp onlar üzerinde düşünüp, onları yöneten hareketi, kuvveti, kanunları ve düzeni anlamaya çalışırlar (Rum 22). İşte, 12. yüzyıl islam alimlerinin bilimin hemen her alanındaki keşif ve icatları ilmi doğru anlamaları sonucudur. İslam alimleri 12. yüzyılda ilimde İslam Rönesansını yaşamış ve yaşatmışlardır. Batı medeniyetinin “Aydınlanmasının” altında İslam uygarlığının temelleri yer alır. Hafıza ve öğrenmenin bizi ulaştırdığı yollardan birisi de budur.
Düşünce için dil şarttır demiştik; çünkü dil düşünceyi harekete geçirir. Düşünce bizi bilmeye, bilme de bizi akıl yürütmeye yönlendirir. Akıl yürütmek ise ibret almamıza etki eder. Burası çok önemlidir: Çünkü her düşüncenin bir temeli bir de “hedefi” vardır. Düşüncenin temeli, problemlerin çözümü için gözlem ve analiz yaparak önceki deneyimlerimizi birleştirmektir ki, bu bizi ibret almaya götürür (Neml 86). Fakat, düşüncenin bir de hedefi vardır: O da plan yapma, gelecekteki olacak olanalrı tahmin etme ve öngörmedir. Örneğin, günümüzde kutuplardaki buz kütlelerinin erimesiyle birlikte deniz suyu yükselecektir. Bu okyanuslardaki sıcak-soğuk su akıntılarını etkileyecektir. ilaveten buzulların erimesiyle birlikte iklim değişiklikleri üzerinde olası etkileriolacaktır. elbette, bu etkilerin kaçınılöaz biçimde insan, hayvan, bitki ve gıda alanı üzerindeki etkileri üzerinde odaklanmak, düşüncenin hedefini açıklamaya bir örnektir. Düşüncenin hedefi niyetlerimizle ilgilidir. Düşüncenin temeli olan gözlem ve analiz ise algıya dayalıdır.Diğer bir ifade ile düşüncenin birinci basamağı algıdır. Algı, bilme ve anlamaya etki eder. Algıladığımız şeyler birer düşünce ve deneyim olarak hafızamıza girer ve orada ömür boyu kalır. Düşüncenin bu kadar üzerinde durmamızın nedeni “algı-niyet” bağlantısından dolayıdır. Gelecek yazı, “Edebin de yol arkadaşı olan NİYET üzerine olacaktır.
Görüşmek üzere!
Very good and awesome explanation.