AHLAKTA DEĞER YARGILARININ ÖNEMİ

Ahlakta değer yargılarının önemi, onların karakterimizi oluşturmada oynadıkları büyük rolden ötürüdür. Rabbimiz buyurur: ” Adalette haktan yüz çevirip, nefsinin arzusuna tabi olma!” (Nisa 135).  Bunun gibi Kuran’daki yüzlerce ayet, değer yargıları ile ilişkilidir. Bir kişinin karakteri; onun bir nesne veya bir olguyu nasıl değerlendirdiğini anlamakla ortaya çıkar. Çünkü, kişinin kendi bir olayda karakterine göre yaptığı değerlendirme,  ya inançlarıyla, ya arzularıyla ile ya da değer yargıları ile ilgili olur. Değer yargıları ile ilgili duygulara dayalı varsayımlar örneğin, sevgi-nefret ile soyut değerlere dayalı yargılar, örneğin, iyi-kötü; doğru-yanlış gibi kavramların değerlendirilmesi hakkında, günümüz dahil pek çok eser yazılmıştır. Çünkü, değer yargıları dediğimiz an” Ahlak” alanının içindeyiz demektir. Kuşkusuz ki, insanlık tarihi boyunca bu alana kayıtsız kalan tek bir toplum, kişi ya da topluluk olmamıştır. https://kurandakihayat.com

Ahlak, her inanç sisteminde olduğu gibi, Kuran’da da çok önemli bir anahtar kavramdır. Hz.Muhammed’e hitaben buyurulan” Sen güzel ahlak üzerindesin.” (Kalem 4) ayeti ile; peygamberimizin” Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın” hadisi bu anahtar kavramın önemini bizlere göstermektedir. Ahlak kavramını bir başka yazıya bırakıp, onun temelinde yer alan değer yargılarına odaklanıyoruz. Değer yargıları, Kuran-ı Kerim’de genel özellikleriyle şu şekilde beyan edilmişlerdir:

1- KABUL EDİLİR-KABUL EDİLMEZ DEĞERLER (kavram bana aittir):Seçim, tercih ve kararlarımızı etkileyen ” kabul edilir- ya da edilmez” değerlere dayalı yargılardan en önemlileri şunlardır: Evlat, mal-mülk, sağlık, arzu, duygu ve iman. Kısaca ele alıyoruz.

a-Evlat: Kuran, insanların erkek evlat sahibi olmayı bir üstünlük olarak gördüklerini bildirmiştir. İnsanları ekserisinin erkek evladını, zürriyetlerinin devamı olarak gördükleri işaret edilmektedir. Keza, evlat çokluğunun da insanlar arasında bir böbürlenme, bir övünme vesilesi olduğu bildirilmiştir: “…Ben senden malca daha zenginim, nüfus bakımından da senden daha itibarlıyım..”(Kehf 34). Buna karşın kız çocuklarının, bir utanç kaynağı olarak görülüp diri diri toprağa gömüldüğü de beyan buyurulmuştur (Nahl 57-58). İnsanların bir çoğu  tarafından kabul görmüş bu değer yargılarının, Allah’ın hüküm ve emirlerine zıt olduğu, günahının da çok büyük olduğu Kuran’da net olarak beyan edilmiştir..

b-Mal-mülk:Kuran’a göre insanlarda mal sevgisi iliklere kadar işlemiştir (Sad 31). Yani, bir kısım insanlar sahip oldukları mallarına bir müddet sonra tapmaya başlamışlardır. Peki, mala-mülke tapanlar nasıl anlaşılacaktır? İşte ölçütü: “De ki: Eğer, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler; size Allah ve Resulünden ve O’nun yanında cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emrini bekleyin! Allah böyle fasıklar güruhunu hidayete erdirmez! ” (Tevbe 24). İnsanlar bu hükmü de kendi seçim, tercih ve kararlarına göre “kabul edilir ya da kabul edilmez” değer olarak görüp yaşantılarını sürdürmektedirler. Mal-mülke sahip olunca çok sevinip, bunları yitirince isyan edenler,” iflas ettim, mahvoldum, şerefim iki paralık oldu vb” gibi düşüncelerle, intihar edenlerde Allah’ın hükmünü kabul etmeyen müşriklerdir.

c- Sağlık: Sağlık bir imtihan vesilesi olduğu halde, insanlar sağlıklarını kaybedince ya uzun uzun dualara dalmış, ya da ” bu benim başıma niye geldi?” gibi düşüncelerle içleri öfke ve kızgınlıkla dolu olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Durumlarını kabul edip, sağlık ve hastalığında insan yaşamında var olduğunu kabul edenler, hastalıklarına sabredenler, hayata pozitif bakanlar, bu zorlu süreçleri atlatmışlardır. Örneğin, Peygamber Hz. Eyüp, hastalığı süresince gösterdiği sabırla, insanlara bir ibret vesilesi kılınmıştır.

d-Arzu, duygu ve hisler: Çok kısa da olsa geçmiş yazılarımızda bunları açıkladık. Arşivden bakabilirsiniz.

e-İman: Allah’ın Varlığına ve Birliği’ne, Kitaplarına yani peygamberlere verilen kutsal kitap ya da nurlu sayfalara, peygamberlerine, meleklere, ahirete iman edenler olduğu gibi iman etmeyenlerde vardır. İmanı kabul etmeyenler küfür ve inkar ehlidir. Kabul edilir-kabul edilmez değer yargılarımız, “Ahlakta değer yargılarının önemi”ni ve etkilerini gözler önüne sermektedir. İman bahsinde, şükür ve sabır kavramıyla ele alınacaktır.

2-ONAYLANIR-ONAYLANMAZ DEĞERLER: İnsanlardan bir çoğunun, inanç ya da iman alanında bazı değerleri onaylayıp, bazılarını ise reddettikleri bilgimiz dahilindedir. Kuran’da verilen çarpıcı örneklerden iki tanesini gösterelim:

i-Gönderilen peygamberleri reddetmek: Gönderilen her peygambere kavmi, yani içinde yaşadığı toplum karşı çıkmış; onların peygamberliklerini kabul etmemişlerdir. Genellikle de hep şunu ileri sürmüşlerdir: ” Allah’ın aramızdan lutfuna layık gördüğü kişi bu mu? Oysa biz ondan daha nüfuzlu, daha zenginiz vb.” (Enam 53) gibi ayetlerde ,resullere yapılan itirazların sebepleri olarak bu değer yargıları örnek gösterilmiştir. Günümüzde de bu zihniyet hızını kaybetmemiştir. İnsanlar “var olmakla”  “varlıklı olmayı” birbirine karıştırmaktadırlar. Kafirlerin düşüncesine göre, peygamberlik mal ve evlatca üstün olanlara verilmelidir. Bu zihniyetin altında şeytani ve nefsani kibir bulunur. Örneğin, şeytan da kendisini “insandan daha hayırlı görmüştü (Sad 76 ). Onaylanır-onaylanmaz değerler, insanın ilk yaratılışından itibaren, nankör şeytanın kibre dayalı itirazı ile açıklanmıştır. Müşriklerin ” biz ondan daha nüfuzluyuz” sözleri ile şeytanın ” ben ondan daha hayırlıyım” sözlerinin birbirinden hiçbir farkı yoktur. Kafirler ve müşrikler, şeytanın dostlarıdır. Onların bu itirazlarına, Allah “Seçim hakkı onların değildir.Allah şükreden kullarını bilen değil midir?”  (Enam53) buyurarak, şirk batağının temellerinin, onaylanır-onaylanmaz değerlerle şekillendiğini işaret buyurmuştur.

ii-Resullerin getirdiği hakikatleri reddetmişlerdir: Küfür ehli olan kafirler her zaman ya “Bu kitabı değiştir” (Yunus 15) diye itiraz etmişler; ya da ” Sen bizleri atalarımızın doğru yolundan çevirmeye mi geldin?” (Yunus 78) vb gibi itirazlarla, tebliğ edilen her ayet hükmüne itiraz etmişlerdir. ” Kitabı değiştir” itirazında, Allah’ın hükmüne ve mülküne ortak koşmayı gösteren “açık şirk” bulunurken, temelinde kibir yer alır. Atalarıyla olan ikinci itirazlarında ise ” atalarını taklit, gelenekleri din yerine koyma” cehaleti ile bütünleşerek kendini gösteren ” gizli şirkin” varlığı yer alır.

3- DOĞRU VE YANLIŞA DAYALI DEĞERLER: İnsanlar, doğrunun ne olduğu fikrine sahip olmadıkları için, onu yanlış konumlandırmışlardır. Öte yandan, yanlış inançlarını doğru zannedip yaşamlarını zan ve kuruntu üzerine inşa etmişlerdir. Örneğin, “bizi öldüren zamandır” (Casiye 24) ya da “Ne yapayım Allah kaderimi böyle yazmış” demiş ya da “fal” ile geleceğin bilindiğinin doğru olduğuna inanmışlardır. Ahlakta değer yargılarının önemi  konusunda “doğru ve yanlışa dayalı değerler” önemli rol oynarlar. Bu konuya ileride geri dönerek, farklı bakış açıları ile onu tekrar ele alacağız.

4-İYİLİK VE KÖTÜLÜK GİBİ SOYUT DEĞER YARGILARI: Şu andan itibaren yazacaklarım tümüyle bu soyut değer yargılarını açıklamaya yönelik olacaktır. İmdi, Kuran ahlaki değer yargılarını iki temel alanda toplayarak açıklamıştır. Bu alanlar: A- Görev-sorumluluk-yükümlülük yargıları; B-İyi-kötü, doğru-yanlış gibi soyut değer yargıları.

A-Görev-Sorumluluk-Yükümlülük Yargıları: 

” Her nefis yaptıklarından sorumludur”.(Müddessir 38) ayeti ile Kuran’da ahlak yargılarındaki ilk basamak tanımlanmıştır. Bu basamakta yer alan alanlar şunlardır:

Zevk alma: Hem olumlu (iyi) hem de olumsuz (kötü) değerler bu kavramın içinde bildirilmiştir. Örneğin, dünyaya tamamıyla meyledip, hayatı yalnızca “zevki” uğruna yaşamak olarak görenler kınanmıştır: “Yaşatıldıkları zevkli hayatın kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır..”(Şuara 207). Nefsani arzulara dayalı olan her tür zevk, duygu, duygulanım ve arzular olumsuz birer değer olarak bildirilmiştir. Mesela, zevkiniz için karşınızdaki insanı istismar etmeniz; ya da zenginlik hayallerinize ve arzunuza kavuşmak için insanları dolandırmak, öldürmek bahsettiğimiz  olumsuz değerlere işaret etmektedir. Olumlu değerler ise, ibadetten zevk alma, ihtiyacı olan diğer insanlara gönüllü olarak yardım etme, destek olma vb. gibi çabalardan zevk duyma olarak zikredilmiştir. Olumlu yani iyi değerlere dayalı zevk alma duygusu, gerçek sevgi ve mutluluğa ulaşmayı da mümkün kılabilir. Örneğin, engelli ve/veya yaşlı insanlara, hastalara yardım etmek merhamet ve şefkat duygularınıza hitap edeceği için kendinizi “işe yarar” bir eylemde bulunduğunuz için sizi mutlu edebilir.

  • Eğlenme- Eğlence: Dünya hayatının geçiciliği bu kavramla açıklanır: ”  Dünya hayatı bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdu ise asıl hayat odur!” (Ankebut 64). Eğlenme kavramı ise ” alay etme” ile eş anlamlı olarak beyzn edilmiştir. Bunu yapanların münafıklar olduğu bildirilmiştir: ” De ki: Eğlenin bakalım..şayet kendilerine sorsan” Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk” derler. De ki: Siz Allah ile, peygamberlerle mi eğleniyorsunuz?” ( Tevbe 64-65). İnsanlarla alay etmek de Allah’ın sakındırdıklarındandır. Alay etmek, münafıkların davranış modelidir. https://tumbir.com 
  • Aşağılama: Peygamberler ve onlara biat edenlerin horlandıkları, hakir görüldükleri muhtelif ayetlerde zikredilmiştir. Tutum, gelenek ve kötü alışkanlıkların bu aşağılamada büyük rolü vardır. Örneğin, diğer bir inançtan olan kişiyi küçümsemek, onların kutsallarına saldırmak, başı açık olanı küçümsemek ya da tam tersi vb. gibi davranışları uygulayanlar yanlış yoldadırlar. Oysaki, Peygamberimizin  mecusi (ateşe tapan) komşusuyla, yan yana  yaşadığı rivayetler arasındadır. Aşağılama,  kibir ve cehalet temellidir.
  • Alimlik-Cahillik (ya da bilgelik-aptallık): Kuran’da alim ve cahilleri ayıran çizgiler açıkça bildirilmiştir. Allah, başta resulleri olmak üzere tüm kullarını cehaletten sakındırmıştır. Alimler övülmüş, cahillerse ilim öğrenmeye teşvik edilmiştir. Resulullahın “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, ya da ilim tahsil ediniz” hadisi, cahilliğin mutlak savaşılması gereken kötü bir değer olduğunu anlatır.
  • Doğru-Yanlış: Kuran’da bu değerlerle ilgili beyanlar genel bir çizgi altında 2 ayrı alanda toplanmıştır Bu iki alan şunlardır:  

a- Neler doğru- Neler yanlıştır: Kuran’da doğru ve/veya yanlışa dayalı yargılarımızın “mukayeseli”  yani karşılaştırmalı olarak ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu vurgu, aynı zamanda izleyeceğimiz bir metod olarak da bildirilmiş ve gösterilmiştir. Örneğin, gören-kör; köle-hür; sağır ile duyan; iyi-kötü vb. gibi beyanlar hep karşılaştırma yöntemi ile ifade buyurulmuştur. İlaveten, “az-çok” gibi değerler de bu bağlamda insanlara bir örnek olarak verilmiştir. Örneğin, ”  yaptığın iyilik, hardal tanesi kadar bile olsa mizana konur” (Lokman 16) ayeti; “hayırlarda yarışanlar, hayırlarda daima ileri gidenler” (Bakara 148) vb. gibi ayetler bunlara birer örnektir.

b-Hangi şeyler doğru-Hangi şeyler yanlıştır: Kuran’da tefekkür, akletme, ibret alma vb. gibi beyanlarla, aslen şu iki gerçeğe dikkat çekildiğini görüyoruz:

i-Doğru ya da yanlışı harekete geçiren “güç” nedir? Diğer bir ifade ile niyet ve amellerimizi ne tür bir motivasyon ve/veya güdü ile harekete geçirmekteyiz? (ileride ele alınacaktır)

ii- Hangi niyet ve ameller doğru, hangileri yanlıştır? Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerim’de bu sorunun tek bir cevabı vardır: Allah’ın cc. buyurduğu emirler, hükümler doğrudur. O hükümler Allah’ın muradına, dileğine tabidirler. Kısaca, doğru olan şey, Allah’ın dileğidir (Will of God). Çünkü, Allah’ın dileği keyfiliğe değil, ilim ve adalete dayalı bir takdirdir. İşte buna “TAKDİR-İ İLAHİ” denir. Bu İlahi Takdir, yani Allah’ın dileği tüm sorumluluk, ödev, görev ve yükümlülüklerin kaynağıdır. İşte bu yüzden,ahlakta değer yargılarının önemi bireysel ve toplumsal yaşamımız için çok önemlidir. Örneğin, Rabbimiz buyurur: ” Öfkeni yut”; Resulullah buyurur: ” Öfkelenme”; şeytana uyan nefs cevap verir: “Öfke baldan tatlıdır”. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak, güzel ahlak sahibi olmak, nefsimizi terbiye etmek, şeytanın tuzaklarından kurtulmak ahlaki değer yargılarının nefse etkilerini anlamakla mümkündür.

Öncelikle vurgulamamız gerekir ki, “değerler” mutlaktır. İyi, kötü, doğru, yanlış, hak vb. gibi. Ancak, bu değerler üzerindeki yargılar mutlak değil, görecelidir. İşte bu göreceli değer yargıları, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. Örneğin, biz ölülerimizi gömeriz; bazı toplumlarda ölüler yakılır, bazılarındaysa sokak köpeklerine ikram edilir. Nefsimizle değer yargılarımız arasında daima bir savaş vardır. Ancak “değerler” yani iyi-kötü; doğru-yanlış; hak-batıl vb. her insana Allah tarafından bahşedilmişdir. Bu yüzden her çocuk, hangi toplumda yaşarsa yaşasın, çok küçükken iyi ve kötüyü ayırt edebilir. Örneğin, “öcü” dersin, çocuk korkar. Öcünün kötü olduğunu bilir. Çünkü, anlama ve kavrama kabiliyeti Allah tarafından bahşedilmiştir (Rahman 1-4). Duygu, arzu ve akıl da Allah’ın bir mührüdür. Ancak çok küçükken insan bunları tanımaz, bilmez: ” Allah sizi analarınızın karnından öyle bir halde çıkardı ki, hiçbir şey bilmiyordunuz..”(Nahl 78). Duygu ve arzu ölümle kaybolmaz. (Sebe 52-54). Akıl da ölümle kaybolmaz.(Zumer 56-59).

Değerler, doğuştan verilen özellikler, eğilimlerdir. Nefsimize iyi ve kötünün yollarını gösteren ve “kötülüklerden korunmayı ilham eden (Şems 7-8),Cenab-ı Hakk’dır. Dış çevrelerin, bu eğilimler üzerinde bir etkisi vardır. Örneğin, iyi ya da kötü eğilimleri, dış tesirlerin de etkisiyle birlikte harekete geçer. Ancak, bu etki bir yere kadardır yani sınırlıdır. Çünkü, hiçbir insan ya da varlık kendisinde olmayan, bulunmayan bir şeyi asla gösteremez. Mesela, ağır zihinsel engelli olarak doğmuş bir kişiyi, ne yaparsanız yapın, normal, ileri ya da üstün zekalı insan haline getiremezsiniz. Bu yapısında yoktur çünkü. Ama, onda arzu da, duygu da iyi kötü gibi değerler doğuştan vardır. (Anlama-kavrama kabiliyeti,Rahman suresi 1-4) İşte, doğuştan verilen bu kabiliyetlerden ötürüdür ki, arzular, duygular ve akıl eğitilebilir. Nefsimiz, iyi ve doğrunun yolunu bulabilir. Onlara ulaşabilir. İyi- kötü yalnızca nefse verilen değerler değildir. Onlar tüm varlıklara da bir ölçü olarak verilmiştir (Takdiri İlahi gereği). Örneğin, insan bedenindeki hücrelere de iyi/kötü bildirilmiştir. Lenf bezlerimiz mikropları bu yüzden tanır ve onlarla savaşır. Bunu beden-nefs ilişkisinde dile getirip, kodlu hafızaya dikkat çekmiştik. İşte, o kodlu hafızadan dolayı, bedenimizdeki hücrelerin seçim şansı yoktur. Oysa, ” eşrefi-mahlukat=Varlıkların en şereflisi ” olarak yaratılan insanın seçim şansı her zaman vardır. Zira kodlu hafızası olmadığı için, insanın seçım, sorumluluk, tercih ve özgür iradesi vardır. Bu nedenden ötürü” Her nefis yaptıklarından sorumludur” (Müddessir38), ve her nefis ” muhasebecidir (İsra 14). Şu halde:

Hangi niyet doğru, hangi niyet yanlıştır alanındaki değer yargıları(iyi,kötü; doğru ve yanlış gibi değerler nesnel ve objektif oldukları halde) gelenek (convention) ve/veya adetlere (custom) uygun değer anlayışıyla yorumlanmaya çalışıldığı için, çağdan çağa; toplumdan topluma değişiklik göstermişlerdir. Örneğin, Jainism inancında mikroplar canlı sayıldığından, kendini tedavi ettirmek mikropları öldürmeye sebebiyet vereceği için günahtı. Görüldüğü gibi, hangi şeyler doğru, ya da neler yanlıştır sorusu kaçınılmaz bir şekilde niyetle bağlantılıdır. Örnek olarak iyi niyeti ele alıyoruz:

İYİ NİYET: Daha önce de vurguladığımız gibi, her zaman doğru olan, doğrulukla ortaya konan niyet iyidir, hürdür ve serbesttir. Yüce Rabbimizin yasası “Takdiri İlahi”=Divine Law” doğal ahlak kurallarıdır. Bir insanın hem kendisine, hem de başkalarına olan görevleri, sorumlulukları va hakları vardır. Allah, insanların kendilerine ve başkalarına olan hak, ödev ve sorumluluklarını içeren beyanlarını peygamberleri aracılığıyla tüm insanlara bildirmiştir. Bu beyanların nitelik ve hükümleri Zebur, Tevrat,İncil ve Kuran’da açıkça bildirilmiştir. En iyi nedir? sorusuna insanlar Allah’ın dileği; Allah’a, resullere, görev ve emirlere itaat; mutluluk, erdem, nefsini tanıma, vicdan, iyi niyet, zevk, güç vb. olarak cevap vermişlerdir.Bunlar, insanların niyet ve amellerinde, mutlak hedef olarak kabul edilmiştir. Şimdi, insan bütün ahlaki problemleri yorumladığında, “iyinin” kavram özelliği ile ilgili olarak, “iyiyi” en yüksek değer kabul ederse eylemlerinin kompleks görünen yapısını kaale almaz. Niyet ve amellerini yeniden tanzim eder, yapılandırır. Çünkü, bütün “iyilerin” tek bir model altında toplandığının farkına varır, görür, anlar. “En iyi Allah’tır. Yani yaşamda en iyi olan tek şey, Allah’ın rızasına ve rahmetine nail olmaktır. İşte bunu anlayan nefisler o en iyiye ulaşmak için nefisleriyle mücadele ve savaşa başlarlar. Tıpkı, hacca yaya olarak ya da araba, uçak ve otobüs vb .gibi farklı vasıtalarla gidenler,  farklı yolları ve rotayı izleyebilirler. Ama ulaşmak istedikleri hedef tekdir ve bellidir: Kabe.

Özetle, ahlakta değer yargılarının önemi, onların karakterimizi oluşturmada oynadıkları rolden ötürüdür.

Gelecek yazıda görüşmek dileğiyle!

 

 

 

 

 

 

Sosyal Meyda'da Paylaşın!

2 Comments

  1. Very nicely written, detailed all backed up with evidence. Undoubtedly the most important thing is to act on justice and morals. Thank you for the article.

  2. Absolutely agree with everything written and explained in this article. The most absolute happiness is by seeking Allah’s approval of our actions and deeds by using morals and good judgement based on what Allah has taught us in the Koran. Purification comes from freeing ourselves from our selfish desires or temporary richnesses of the world. In short, always be grateful of what God has given you in good or bad because everthing comes from Allah. Elhamdulullah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>

Site Statistics

    kurandakihayat.com sitesinden daha fazla şey keşfedin

    Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

    Okumaya Devam Edin